Ana içeriğe atla

Arzu'yla Atina Gezimiz

Her sokak her köşebaşı yeşil,
portakal ağaçları her yerde,
kokusu baş döndürücü




Atina! Ah Atina! Tanrının güneşi en güzel şekilde alması için konumlandırdığı, tertemiz deniz ile çevreleyip, eğlence olsun diye adacıklarla donattığı bir şehir. Havasından mıdır nedir insanları sıcacık. Avrupa birliğinde olmasına rağmen o soğuk avrupalılardan çok farklı. Akdeniz insanı. Bir arkadaşımın tabiriyle aynı denize işememizden mütevellit aynı biz gibiler. İnsanlar, sokaklar, yemekler, müzikler ege gibi.



Syntagma meydanı ile Monastiraki
meydanlarını birbirine bağlayan
Ermou alışveriş caddesinin ortasında
karşınıza çıkan küçük klise

Nisan başı bir haftasonu gittik Atina'ya. Türkiye'de de aynı haftasonu Alaçatı'da ot festivaliyle Adana'daki Portakal Çiçeği festivali vardı ve instagramda kıyasıya bir düello vardı aralarında. Biz tam zamanında Portakal çiçeklerinin açtığı mevsimde Atina'daydık, zira Atina'nın istisnasız her sokağı portakal, turunç ağaçlarıyla dolu. Şehre ilk indiğiniz andan itibaren başdöndüren, azalıp çoğalan ama hiç yok olmayan bu baş döndürücü koku sürekli bir şükretme ünlemi dökülmesine neden oldu dilimizden. Şehrin göze hitap eden atmosferinin yanında ruha dokunan bu rayiha ile unutulmaz bir tatil yaşamamızı sağladı.



Çok büyük bir yerleşkesi olmasına rağmen turistik bölgesi küçük olduğunu düşünmüştüm. (Daha sonra Atina'da yaşayan bir arkadaşımdan 8 10 metro durağı uzaklıktaki liman Pire'nin aslında başka bir şehir olduğunu öğrendiğimde bu fikrim biraz değişti. Büyük yerleşim alanı şehir sınırları ile ayrıştırılmış)  Her yere yürüme mesafesi. Eğer yürümek istemezseniz de alternatif taksi ile ulaşım çok ucuz. Akropolis'in etrafında kaç kez tavaf ettik saymadım. Genelde yürüdük. Gece geç saatlerde taksiye binmeyi tercih ettik.

Diğer bloglardan not aldığımız ve daha önce gidenlerden edindiğimiz bilgilerle yemek yiyecek yerler seçtik. Greek Salad'a bayıldık ama esas işletmecisinin Türk olduğunu öğrendiğimiz Bairaktaris (Bayraktaris) adlı tavernada hem müzik dinledik hem de Greek Salad Dakos'a tek kelime ile bittim. Normal Greek Salad büyük doğranmış domates salatalık biber ve soğan halkaları üzerine kocaman bir dilim beyaz peynir bolca yunanistan zeytinyağı ile servis edilirken Dakos çeşidi domates, salatalık, biber, soğan halkaları, peksimet parçaları, lor, nar ekşisi, zeytinyağdan mütevellit. Aşktı benim için tam anlamıyla. Malesef tavernada iki masa vardı. Yaşlı müzisyenimiz bize özel konser vermiş oldu bir gitar ve bir buzuki eşliğinde. Gece yarısı müzik bitince kalkıp başka bir taverna daha aramaya başlayıp sokaklar bizi Plaka'daki gündüz gittiğimizde yer bulamadığımız merdivenlerin arasında bir müzik sesine doğru yöneltti. Kapıyı açıp içeri girdiğimiz andan itibaren detoneliği kulak tırmalayan bir bayan şarkıcı bizle beraber kalabalık bir Türk bayan masaya şarkılar söylüyordu. Onlar ve Arzu halinden gayet memnundu. Müziğe doyduğumuzu ve yorulduğumuzu hissettiğimiz anda otelimize geçtik.

Yunanistan'a adım atıp bir ada görmeden olmaz dedik. Arzu İstanbul'da hep Burgazada'ya gider. Ada havasını sever. Sabah erken kalkıp, Pire'ye metro ile geçip karşımıza çıkan herhangi bir seyahat acentasından internetten kontrol edip seçtiğimiz vapurlara biletlerimizi gidiş ve dönüş olarak aldık. İnsanlar sıcak ve güleryüzlü olduğunu söylemiştim ya, bileti kesen kadın detaylı bir açıklama yaptıktan sonra bankosundan çıkıp kapıya kadar gelip, bineceğimiz vapuru, döneceğimiz vapuru falan tarif etti. Kalbimizden vurdu bizi. Önceki akşam da 2inci tavernadaki garson, damla sakız likörü mastika elinde olmadığı için başka bir içki tavsiye edip, bilmediğimizi anlayınca gidip içkiyi masamıza getirip tattırmıştı. İşte bundan bahsediyorum. Hizmet anlayışı tüm şehre hakim.

Ada demiştik yarım kaldı devaam edelim. En yakın adalardan birini seçtik. 1 saatlik mesafede Ageini adasını seçtik.  Antep fıstığı yetiştiriciliği yapılan bir ada olduğunu antep fıstığı ürünleri satan tezgahlardan anladık. Antep fıstığı kremasını el bagajımda geçiremediğim için çöpe gidişini acıyla seyrettiğim e deli lezzeti unutamıyorum. Sokaklarını gezip çok beğendiğimiz bu adada deniz mahsulü de tattık. İlk defa uzo içtim. Aynı birebir bizim rakı. Yemek yediğimiz restoranda da, kahve içtiğimiz dondurmacıda da personel çok ilgili ve sıcaktı.

İlk gittiğimiz gün akşam üzeri çıktığımız Akropolis ise muazzam bir yapılar topluluğu. Bugüne kadar geçirdiği süreçleri de daha sonra gittiğimiz hemen akropolisin altındaki Akropolis müzesinde gördük. Heykellerden pek bir şey kalmamış diyebiliriz. Varolan hepsi müzede sizi bekliyor.


Plaka bölgesi ve meşhur mredivenler










Akropolis müzesinin karşı sokağından aralardan devam ettiğinizde en eski Atina binaları ile karşılaşıyorsunuz. Büyüleyici. Daracık sokaklar Plaka'ya kadar götürüyor sizi. Plaka ise gençlerin tıka basa doldurduğu kafeleri ile cıvıl cıvıl bir yer. Heleki o merdivenler.. Size tavsiyem merdivenlerdeki kafeler yerine merdivenlerin tam karşısındaki köşe binanın terası Mostrou sanırım mekanın ismi. Hem şehre, hem merdivenlere hakim. Orada otururkenki haleti ruhiyemi tarif etmem zor.






Şehri tam manasıyla görebileceğiniz bir başka yer Lycabettus Tepesi. Teleferik ile çıkılıyor. Ama teleferiğe ulaşmak için bile bayağı bir yokuş ve merdiven kalbinizi zorluyor. Madem Teleferik yaptın be adam bunu en aşağıdan niye yapmadın dedim kendi kendime. Yukarıda manzara müthiş. Akropolisten daha yüksek bu tepeden tüm Atina-Pire her bir yer gözüküyor. Kafesinde oturup bir şeyler kesin için.
Lycabettus Tepesi'nden Atina'ya kuşbakışı


Kısacası Atina Tam zamanında yapılmış harika bir tatildi.

Arzunun kaleminden okuyalım bir de bakalım Atina'yı;

""Atina; gelirken bu kadar seveceğimi, aklımda yer edeceğini tahmin bile edemezdim. Şehrin sakin ve huzurlu havasına eşlik eden bahar kokusu,  güler yüzlü ve fazlasıyla ilgili hatta yakışıklı esnafı insana tanıdık bir yer hissini veriyor. 
Ada havası,mis gibi deniz kokusu ve parlayan güneş  de ayrı bir mutluluk sebebi.

2500 yılık bir tarihin hakkını vermek bu olsa gerek, kesinlikle şehrin ruhu var, neredeyse her sokaktan görkemli duruşu ile görülen Acropolis ve yaşanmışlık bu şehre hayranlığımı daha da kalıcı yapıyor. 

Her sokakta tarihi bir dokuya rastlarken aynı zamanda çiçek dokulu, teraslı, panjurlu evler ve mutlak bahçede açan bir portakal veya limon ağacı "burada yaşanır cümlemi" tekrarlatıyor. 
Tekrar görüşmek üzere Atina""






















Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Reis Bey - İBBŞT

Reis bey; Necip Fazıl Kısakürek'in 1960 ihtilali ile hapishaneye düştüğünde dört duvar arasında yazdığı 3 tiyatro oyunundan biri. Bu yüzden olacak ki başrol gaddar, merhametsiz bir yargıç'ın yanlışlarından dönüp doğru yolu buluşunun hikayesi. Necip Fazıl'ın da bir iflah olmaz bir kumarbazken Allah'ı bulup alimliğe evrildiğini göz önüne alacak olursak, esere gerçek hayatından bir yansıma da diyebiliriz belki. Reis Bey, 1988 yılında Haluk Kurdoğlu'nun canlandırdığı Mesut Uçakan'ın yönetmenliğinde sinemaya da uyarlanmıştır. (NFK'nın benim edebiyat ve şiirle tanışmamı sağlayan kişi olduğunu da belirtmeden geçmemek isterim, ablamın şiir defterinde okuduğum Kaldırımlar adlı şiiri çok beğenmiş ve şiir okumaya-yazmaya başlamıştım, henüz ortaokuldaydım.) Oyun bu sezon geniş oyuncu kadrosuyla izleyici ile buluştu İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrolarında.  Başroldeki Selçuk Soğukçay usta oyunculuğunu konuşturuyor ve rolün hakkını veriyor, ara ara tüyl...

YEN - Tiyatro Craft

Efsane oyun. Bu yılın en iyilerinden. 3 arkadaş gittiğimiz tiyatro etkinlikleri arasında Oyun Atölyesi'nin "KUNDAKÇI"sından sonra ikinci sıraya yerleşti bu oyun. Oyun metni çok sert, travmatik, gerçek ama bi o kadar ince-naif-hassas. Ayaklarınızın dibinde kavga eden kardeşleri seyredip ardından gelen replikte kalbinizin bir boşluğa düşüp kıvrandığını hissediyorsunuz. Oyundan çıktığınızda dayak yemiş gibi yorgun hissediyorsunuz. Bunda 2 buçuk saat süren performansta ara verilmemesi de etkilidir belki. Gözünüz korkmasın. Oyun anında saatime bakıp 2 saat geçtiğini görünce şaşırdım. Zamanın nasıl geçtiğini unutabileceğiniz bir deneyim. Afife Jale Ödüllerinde; Yılın En Başarılı Yönetmen (Çağ Çalışkur)//Yılın En Başarılı Erkek Oyuncusu(Bora Akkaş)//Yardımcı Rolde Yılın En Başarılı Kadın Oyuncusu(Neslihan Yeldan)//Yılın En Başarılı Genç Kuşak Sanatçısı(Berker Güven ve İdil Sivritepe)//Yılın En Başarılı Prodüksiyonü dallarında aday olmasına rağmen eli boş dönmesi de üzücü...

Ölü Ozanlar Derneği - Tiyatro Kedi

Kültür Üniversitesi Oditoryumunda iş arkadaşlarımla izledik Ölü Ozanlar Derneği’ni. Bir arkadaşım haricinde kimse kitabını okumamıştı. Çoğumuz filmini izlemiştik elbette ki. Filmin başrolünü geçen yıllarda vefat eden Robin Williams üstlenmişti, çok iyi bir oyunculuk çıkarmıştı, ortalık bu filmin etkileyiciliği ile kasıp kavrulmuştu,  1989’da dört dalda Oscar’a aday olup sadece Tom Schulman’a En İyi Senaryo ödülünü getirmişti.  Hatırlamak isterseniz diye..  Bir edebiyat öğretmeninin mezun olduğu koleje yıllar sonra öğretmen olarak işe başlaması, öğrencilerini  yetiştirmek için  farkli bir eğitim yöntemi seçmesi  ve  şiir yoluyla   aralarında kurulan bağ üzerine derin bir eser olan bu metin tiyatro sahnesine bu ekip tarafından iyi yansıtılamamış ne yazık ki. Oyunculuklar konusunda değil bu eleştirim. Sorun metnin duygusunun izleyiciye aktarılamaması. Ayrıca sorunlar arasında; olayların izleyiciye alelacele aktarılması, -ki bunda elbette...