Yılmaz Güney'in senaryosunu hapishanede yazdığı ve Şerif Gönen tarafından yönetilen Yol'u 32 yaşımda çekilişinden 36 yıl sonra, Cannes'ta Altın Palmiye aldıktan 34 yıl sonra ,Türkiye'de vizyona girişinden 18 yıl sonra sanki yeni vizyona girmiş gibi sinema salonunda, hatta İstanbul'un en eski salonlarından birinde Beyoğlu Sineması'nda seyretmiş olmanın mutluluğunu nasıl tarif edeyim? Hadi diyelim ki aciz edebiyatım bunu tarif etmeme yetti, Yılmaz Güney'in eşinin, rahmetli Tarık Akan'la başrolü paylaşan Şerif Sezer'in, yine başroller Necmettin Çobanoğlu'nun, Meral Orhonsoy'un orada bulunmalarının, film hakkında, merhum Tarık hakkında konuşmalarının bünyemde yarattığı hisleri aktarabilir miyim size? Sanmıyorum ama işte bir umut yazmaya çalışayım.
![]() |
orada olmak büyük şanstı benim için.. |
Tarık Akan'ın anısına İstanbul Film Festival'ine eklenen Yol hakkında eşi Fatoş Güney bir çok detay paylaştı. Senaryo'nun hapishanede yazıldığını, karakterlerin çoğunun koğuştaki gerçek insanlar olduğunu, filmin fiziksel zorluklarla olduğu kadar çekildiği dönemin sıkıyönetim dönemi olmasının getirdiği zorlukları, filmin Türkiye'ye dünya çapında ödül getirmesine rağmen yayın yasağına uğramasını, yıllar geçmesine rağmen bu zihniyetin değişmediğini, dublaj ve seslerden memnun kalmadığını her fırsatta belirten Yılmaz Güney'in bu isteğini bir vasiyet gibi görüp 1999 da ses ve görüntü olarak revize edildiğini, ve Tarık'ın nasıl büyük bir oyuncu olduğunu, Yılmaz'ın en yakın arkadaşı olduğunu, hapishane günlerinde her zaman destek olduğunu anlattı belki de daha fazlasını..
Şerif Sezer Tarık olmasaydı bu film bu kadar iyi olmazdı dedi. O mütevazi sesiyle özlemimizi dile getirdi. Tarık'ın o politik ve karakterli duruşundan bahsetti. Gençlerin doldurduğu salona umutla baktı.
![]() |
Şerif Sezer - Yol filminde |
![]() |
Necmettin Çobanoğlu - Yol filminde |
Necmettin Çobanoğlu filmin çekildiği dönemdeki zorluklardan bahsetti. Filmin çekildiği bölgedeki inzibat komutanının senaryoyu okumak için istettiğini, Tarık Akan'ın senaryoyu bizzat götürdüğünü, izin çıktıktan sonra da komutan'ın bizzat desteğinin olduğunu,Tarık Akan'ın komutan ile bizzat görüşmeseydi muhtemelen iznin çıkmayacağını anlattı. Biz yaşlandık, film gençleşti dedi.
Meral Orhonsoy konuşmasına bir ek yaparak Cannes'ta Altın Palmiye aldıkları zaman pasaportlarına el konulduğunu ve ödül törenine gitmelerinin engellendiğini, bu mutluluğu yaşayamadıklarını, bu filmin hep ertelenen öyküsünden bahsetti. Bir film düşünün ki dünyada 14 ülkede gösterime girmiş, en büyük ödülleri toplamış, ama kendi ülkesinde yasaklı hatta izleyenler bile yakalanıyor. Çekildikten 17 koca yıl geçtikten sonra gösterime giriyor. Ne üzücü.
Film Türkiye'yi anlatıyor. 81 yılı Türkiyesi. Bir adada hapishanedeki 5 10 gariban insanın verilen 1 haftalık ev izinlerinde memleketlerine gidiş hikayeleri. Yol hikayeleri. Her birinde ayrı hikaye ayrı duygular.. Filmin senaryo aşamasındaki adının "Bayram" olduğunu da araya sıkıştıralım.
Bence yönetmenlik açısından inanılmaz bir film Yol. Bazı filmler senaryosuyla, bazı filmler oyunculuklarıyla ya da farklı yönleriyle öne çıkar. Bu filmde; duygu yüklü, naif, derin senaryo ile azametli yönetmenlik burun buruna birbirini dengelemelerine rağmen-kendimce yorumum- filmin başarısına yönetmenliğin katkısı daha büyük olduğu. Yönetmen adeta kendi imzasını atmış. Yılmaz Güney'in Şerif Gönen'e hapishaneden filmi nasıl çekmesini istediğini sürekli bildirdiğini düşünürsek 2 yönetmenli bir film. İkisine de hakkı bölüştürmek gerekir.
(Wikipedia'dan bir alıntı ..Yılmaz Güney "Bayram" adlı, 10 mahkumun izne ayrılmasını konu alan epik senaryosunu hapishanede olduğu için gerçekleştiremez. Güney Film, bu pahalı yapımın finansmanını sağlayamaz. Cactus Film verir parayı senaryo sadeleştirilir ve filmin yönetmenliği önce Erden Kıral'a verilir, onunla fikir birliğine varılamayınca, hapishaneden yeni çıkan Şerif Gören devralır çekimleri. Negatifler, yurt dışına gönderilir. Sonra Yılmaz Güney de kaçar ve kurguyu Fransa'da tamamlayıp Cannes Film Festivali'ne yetiştirir filmi ve Altın Palmiye’yi alır.)
Film bitiyor. Salon sanki ilk seyretmiş gibi alkıştan yıkılıyor. Benim gibi ilk defa seyreden çok azdır sanırım. Yılmaz Güney'in Umut'unu seyretmiş ve ağzım açık kalmıştı. Filmdeki her şey belgesel gibi gerçekti. Bebeğin hatta köpeğin bile sanki bir oyunculuk kabiliyeti varmış gibiydi. Yılmaz Güney'in yönetmenliğinin ne derece muazzam olduğunu o an farketmiştim.
Film bitiyor, Salon alkıştan yıkılıyor, Işıklar açılıyor, giyinip çıkıyoruz ama içimde ev sahibine selam vermeden çıkmış gibi bir boşluk, sanki Oyunculara ve Eşine Allahaısmarladık demem gerekiyor gibi..
Yorumlar
Yorum Gönder